8 Eylül 2018 Cumartesi

Ölüm Gecesi

Bastonuna yaslanmış aksak ihtiyar gibi
Ağır ağır geçerken Azrail başucundan
Yaratılalı, gökte hiç parlamamış gibi
Yoksun, karanlık dünya, Tanrının ışığından

Hazırlanırken ruhsuz uyanılan geceye
Soğuyan yatağında cin peri top oynarmış
Dünyaya sığmaz ruhun döndüğünde cüceye
Ardında bıraktığın adımların solarmış

Olduğunda misafir, kurtçuklar şölenine
Ziyafet sofrasının en şaşalı mezesi
Belki insanlar ağlar dünyada ölenine
Belki de bir şiirin hiç bitmeyen dizesi.

6 Mart 2018 Salı

Ölülerin Düğünü







Akşam güneş kaçar ya tepelerin ardına, 
Karanlık ağır adımlarla geceye dolar. 
Etten sıyrılmış kemik uyandığı zamanda
Gelinin çiçeği sararır, duvağı solar

Kalkar rüyayla gerçek perdeleri aradan
Toprak dolu kafatasları yolları gözler
Açmayın sakın pencereyi onlardır gelen 
Ölülerin düğünü, bu düğün kurban bekler

Kurulur büyük şölen kemik tıkırtısıyla
İlahiler söylenir cehennemi anlatan
Yaşar gibi yaparlar o gecenin hırsıyla
Giydirip ölülere roba, smokin, tarlatan

Ve güneş tan yerinin benzine kan verirken
Karanlık, çoban gibi, ölü sürüyü güder
Ceset kokusu dolu gece sona ererken
Bu yıl da korkunç ölülerin düğünü biter.

27 Şubat 2018 Salı

Her Şey Birden Bire Oldu


Ak sakallı bir dedeyle rastlaştım
Medet dedi; çek beni yukarıya
Tutar tutmaz dalıverdim deryaya
Zaman zaman mekan mekan dolaştım

Bir karıncanın donuna büründüm
Süleyman'a dur dedim bir vadide
Sonra zaman döndü de bir mazide
İbrahim'e su taşırken göründüm

Bir kez iki çıplak yetim giydirdim
Sevap dedim ceza verdi Yaradan
Çiçeksizlik, kurtulmam bu yaradan
Sanki ben ilk lanetlenen incirdim

Tufan oldum bu aleme sığmadım
Deniz oldum Musa bağrımı deşti
Firavun yaremi çiğneyip geçti
O kafiri alıp sineme bastım

Kendime gelince gözlerim doldu
Hayret ettim kaldım bu olanlara
Günahım yoktu dedim soranlara
Rabbim her şey birden bire oldu

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitâbe-i Seng-i Mezâr


Nefesim kesildi, gözüm karardı
Beni yaratan boğazımı sardı
İnsanoğlu bu hayatın levlakı
Önce hayat verdi sonra helakı
Bir gri kanserle beni kuşattı
En acı veren günleri yaşattı
Önce ahşap pervaz çürüyüp düştü
Sonra tahta kuruları üşüştü
Bakmadı kimse gözümün yaşına
Sonra ölüm geliverdi başıma

Heyhat bir iki balta darbesiyle
İnleyen duvarlarımın sesiyle
Dizlerimin bağı çözüldü düştüm
Zaten ben hep ölmek için doğmuştum

Vasiyetimdir toplaşın başıma
Şu beyiti yazın mezar taşıma

"Betonarme duvarın sıvasında
Bir ahşap konağın gölgesi kalmış"

3 Şubat 2018 Cumartesi

Üç Yaşlı Kadın



Tramvaya üç yaşlı kadın bindi
İki genç yer verip durakta indi
Yalnız kaldı iki koltuk üç kadın
Ne dediler aralarında bakın

"-Sen geç otur Fatma şişmansın şişman
Eğer oturamazsın olursun pişman
Sonra diz ağrısından duramazsın
Vallahi bir düşersen kalkamazsın

-Nejla abla vallahi ayıp ettin
Ayol ne şişmanım beni ne ettin
Biraz kemiğim iri hiç yağım yok
Hem düşsem de kalkarım tâkâtim çok
Sen kendine bak e be kocakarı
Senin dizlerinin kaldı mı kârı?
Geç otur yaşlısın sıhhati yetmez
Yorulursun ağrın, inlemen bitmez
Dedim Leyla'ya seni almayalım
O kokanayı peşe takmayalım

-Leyla, doğru mu der bu kocakarı?
Bak duyuyor mu Allah'ın sağırı

-Hah ne var bana mı bir şey dediniz?
Kuzum biraz yüksek sesle deyiniz.
Gözlerim de görmez ağzını görmem
Dudağına bakıp dediğin bilmem
Ay benim neme gerekti gezmeler
Sizin aklınıza uydum yosmalar

-Ayol garibin kendine hayrı yok
Bu durakta inecektik. Hayır yok.

-Ay ay geçtik mi, eyvah kaçırdık mı?
Lafa dalıp durağı aşırdık mı?

-Yok be yavrum bir sonraki durakta
Korkma, hem de şu Leyla'yı bırakma
Hem sağır hem kör vallahi inemez
Gider gelir başka şeye binemez"

Deyip daha koltuğa oturmadan
Bir saniye bile daha durmadan
İndiler tramvaydan ağır ağır
Bir şişman, bir yaşlı, bir de kör, sağır