28 Ocak 2015 Çarşamba

Gulyabanî

           Gul-i Biyâbânî
     Yani nâm-ı değer gulyabani... Hepimiz bu yaratığı Ertem EĞİLMEZ'in "Süt Kardeşler" filminden hatırlamaktayız. Şüphesiz çocukluğumuzun en korkutucu yaratıklarından biriydi. Hele filmde adeta insanin kanını donduran fon müziği eşliği eşliğinde ağaçlar arasında salınarak yürümesi ve o mükemmel sinema oyuncularının korku dolu bakışları kusursuz dokudukları rolleriyle bizi başka bir aleme götüren bir sahneyle karşılaşmıştık.

     Şimdiyse gulyabaniyi daha farklı yönlerden ele alalım;

     Etimoloji: Bir kaynakta şöyle geçmekte "Gulî ye bân".  'gul' ilgi anlamına geliyor. 'Ban' da ses. Yani sesle ilgili , sese ilgi gösteren yahut adını anınca ananın yanina gelebileceği belirtilen hatta bu şekilde isimlendirilen bir yaratık.

     Diğer bir kaynakta ise "gûl -i biyâbân" anlamı da aniden ortaya çıkan,saldıran,parçalayan, bir yaratık. 'Gul' tek başına gulyabani terkibini karşılamaktadır. Ama ardına ıssız kimsesiz yer, çöl,sahra anlamındaki 'biyâbân' kelimesi getirilerek bir nevi anlatıma güc katılmak istenmiştir.
     Bu tahlilden de bu yaratığın ıssız yerlerde gezdiği anlamı çıkartilabilir.
     Hikayesel tasvir:
     Anadolda önceleri ahu baba denilen zaatla beraber anılmaya başlanmış. Daha sonra da birleştirilerek bir tutulmuşlardır. Şeklen şöyle anlatılır;minare boyunda,upuzun yerlere kadar bir sakalı olan,elinde asası olan dev bir yaşlı adam görünümündedir.
     Adı bazı hurafelerde de geçer. Bu yaratığın korkunç bir varlık olduğunu söylerler. Karanlıkta çöl veya mezarlıklarda gezer. Vücudu tüylerle kaplıdır. Cinniler gibi ayakları terstir. Ve çok pis kokar.
     Bazen de akşam üstleri dağ yamaçlarında veya çöllerde ortaya çıktığı söylenir. Vücudu hikayeye paralel olarak akşamüstünün rengi sarı ve kırmızı tüylerle kaplıdır. Avcılara yanaşıp onlarla güreş tutmaya çalışırmış. Eğer avcı yenerse çekip gidermiş ama gulyabani yenerse avcı çok kötü hastalanırmış.
     Bir de gulyabaninin zararsız yönleri varmış. Bu yaratık at binmeyi ve atların yelelerini örmeyi severmiş. En güzeli de çocukları çok severmiş. Hatta bazen oyun oynayan çocukların arasına birden çıkıp onları güldürmeye çalışırmış.
     Mitolojik yeri; bu yaratık arap mitolojisinde çöllerin ve ıssız yerlerin iyesidir(ruhu). Yolcuları yolundan çevirip mahveder. Türk mitolojisinde 'Albastı'yla bir tutulur. Sibirya'ya gidildikçe yeti yahut kocaayak olur. Latin ülkelerinde ise Chupacabra. Amma hepsinde mantıken bir bütünlüğe rastlanır. İnsanımsı bir silüet,vahşilik ve kıllarla kaplı dev bir vücut.
     Son olarak da bana daha yakın bi kavram olan yaban adamı üzerinde durmak istiyorum. Öyle ki Anadolu'nun her köşesinde her evde cin-peri hikayeleri anlatılır. Karadenizde ise bu hikayeler ormanlık ve kuytu yerlerin çokluğundan olsa gerek daha bol bulunur zira malzeme fazladır. Çoğunu birinci ağızdan dinlediğim onlarca cin-peri hikayesi vardır. Ama bunlar içinde birisi gulyabaniye benzer ama cinnilerden bir varlıkla yaşanmıştır.
    Biz Karadenizliler cinlerin geceleri ormanlarda horon teptiğini düşünen  yahut onlarla horon teptiğini söyleyen insanlarla dahi muhatab olduğumuz için bu masallar bizde ne gerçek ne yalan ikisi arasında takılıp kalmıştır.
     Bahsettiğim hikaye bizzat babannemin başından geçmiş. Şöyle ki; köy yerinde sabah erkenden kalkılır ve tarlaya çalışmaya öyle gidilir. Ancak saat olmadığı için Ay'a bakarak hareket edilip öyle evden çıkılır. Babannemle babası bir sabah saati yanlış hesaplayıp birkaç saat evvelden yani geceyarısından az sonra yola çıkmışlar. Yol kenarında tüylerle kaplı bir adam görüyorlar. Babannenin tabiriyle 'YABAN ADAMI'. Yanından geçip gidiyorlar. Bir yarım saat yürüdükten sonra aynı adamın yanından bir daha geçerler. -ki bence bu korkunç bi durum- Yaklaşık bir o kadar daha yürüdükten sonra yine aynı adamın yanından geçerler. Ama sorun şudur dönüp dolaşıp adamın yanına gelmiyorlar. Adam miskin halde ve şeklen hiç bozulmadan üç defa üst üste aynı şekilde bunların karşısına çıkıyor. Üçüncü sefer adamı görünce babannemin babası bu varlığın ne olduğunu anlar. Bu bir cindir. Ayaklarına bakar ve ayaklarının da ters olduğunu görür ve muavizeteyn okuyarak yoluna devam eder. Daha sonra gün aydınlanmaya başlar ve bir daha o varlığı görmezler.
     Bunu anlatmamın sebebi şuydu. Görünen adam tüylerle kaplı,ayakları ters,ıssız yerlerde dolaşıyo,gece var ve gündüz yok. Yani yüzde doksan oranında gulyabaniyle aynı. Hatta o zamanlar gulyabaniyi duymuş olamayacak bir kadın yani babannem ona yaban adamı diyor. İsimler bile aynı. Ama bir fark var hikayede o bir cinni yani tamamen farklı bir yaratık değil. Şimdi şunu söylemek istiyorum." Acaba insanlar neden bir varlığa kırk elbise giydirir yahut ben mi kırk varlığı bir elbiseye sokuyorum.
                                               SON