13 Mayıs 2015 Çarşamba

Bu Nasıl Bayram?

   Ramazan ayının son gecesiydi. Herkesin aklında ertesi günkü bayramdan başka birşey yoktu. Hem neden olsundu ki zaten yahut kim böyle bir şeyin olacağını o an aklına getirirdi.
   Babam o geceyi bir daha anlattı geçende. Gecenin bir yarısı kapıları çalınmıstı. Gelen ölüm haberinin ta kendisiydi. Hayret verici olan birşey vardı, her evin ışığı yanıyordu. Bütün mahalle sebebsizce o saate kadar uyanık kalmıştı. Sanki her ocak o gece Azrail'in o muhitin sokaklarında gezdiğini hissetmişti.
   Üç tane tak sesi duyduğunu söyledi babam kapıdan çıkarken. Ses uzaktan geliyordu ama ne olduğu belliydi. Keserin, tahtaya kaba taslak çivi çakarken çıkardığı sesti o. Ama o ses gecenin karanlığında öyle bir yol almıştı ki duyan ve idrak eden kalplere kurşun gibi saplanmıştı.
   Gittiler; hep beraber, eş, dost, akraba toplandılar Mehmet Amca nın başında. Kalp krizi geçirmiş gece... Geçirirdi ya başında öyle insanlar varken. Hele kardeşi vardı bir tane kim bilir kaç defa iflas etmiş. Onun borçlarını kapatmak için uğraşıp dururdu. Belkide onlara dayanamadı kalbi. Ve yahut belkide başka ne dertleri vardı. Belki de yoktu, belki de vardı. Ama ne çare... Diyemezsin bu saatten sonra Mehmet abi, kardeş, oğul ne derdin var diye. Soramazsın daha... Git bak bakalım yavaş yavaş soğuyan cesede, sor sorunu bakalım verecek mi cevap? Vermez ya dimi. Vermez... Verir belki de. Der ki; var. "Bakın var ki öldüm" der. "Bakın! Açın gözlerinizi de bakın, dört çocuğum sabi yaştayken;ben bu ruhsuz bedenle, nefes almadan bu tahta sandukanın üzerinde uzanıyorum" der. "Dinleyin!" der "Genç yaştaki karımın feryatlarını, kendini paralıyor" der. Belki demez ama anlatır öyle boylu boyunca uzanırken. Anlatır o, hanımı Fatma Teyze'nin "Mehmeet bu nasıl bayramdır Mehmeeet" diye bağırışını.


8 Mayıs 2015 Cuma

BİR BÜYÜ'CÜ MASALI

             Düşlerin İzinde: Gio Ödülleri 2014 Seçilmiş Öyküler'de yayınlanmıştır.
  Zamanın ötesinde herkesin bilmediği bir diyarda ömrünü kara büyüye adamış, güç için genç yaşta saç ve sakalını ağartmış kudretli bir Efsunkar vardı. Sihrinin karşısında duracak kimse olmadığı halde hükmetme sevdasıyla yanıp tutuşur, bir beylik veya sultanlık ona yetmez tüm gizli diyarın hakimiyetini arzulardı. Bu yüzden ülkelerin başına sihrinin kölesi olanları yükseltir,onlarla işi bitiğinde de icabına bakardı. Yıllarca bu arzuyla büyülerini diyarın dört bir yanına saçmış ve en sonunda biri hariç tüm ülkelerin hükümdarlarını hakimiyeti altına almıştı.
***
   Bir gece kara konağında uyurken odasının penceresinden içeriye büyük bir gürültü ve aceleyle gözcülerinden katran kanatlı karga girdi. Yatağından fırlayan Efsunkar kargayı yakalayıp boğazını sıkarken onun hükmü altında olmayan o son ülkeyi gözetlemesi için gönderdiği karga olduğunu fark etti. Karganın Efsunkar tarafından boğulmadan önce ağzından çıkan son üç kelime zalim büyücüyü gecenin bir yarısında yola çıkartacak kadar değerli bir bilgiydi. ‘İsyan gaakk! Sultan öldü’
***
   Efsunkar günlerce yol aldı. Gece uyumadı,gündüz durmadı. Gizli diyarın bir ucundan kara büyüsünün ulaşamadığı o son ülkenin hakimiyetini ele geçirmek için diğer ucuna gidiyordu.Ülkeye varıp sarayın olduğu şehre geldi. İğrenç bir sırıtış eşliğinde sultanın dar ağacındaki cesedinin karşısına geçip eski sultanla yenisi karşı karşıya der gibi bir bakış attı fakat dar ağacındaki sultanın da yüzünde ona karşı anlam veremediği bir gülümseme vardı.
Şehrin meydanına gidip sarayı gören bir yere turdu ve yaymaya başladı kara büyüsünü ve tılsımlarını. Amacı burada da kendisi için bir kukla bulup gizli diyarda mutlak hakim olmaktı. Daha da güçlendirdi ve onlarca insanı etrafına toplayıp vesveseler saldı duru fikirlerin hem de akıl veriyormuş gibi göstererek kendini. Yavaş yavaş, her akılda padişahlık arzusunu başlattı. İnsanların kalbine güç sevdasını kattı.
İşte tam bu anda kırıldı tüm kilitler ve belirdi Cazu denen bir kadın büyücü meydanın tenha bir köşesinde...
***
   Bu ay yüzlü büyücü kadın ki eski sultanın sol koluydu,onun kirli işlerini yapardı. Tüm hayatı hile ve hurdaydı ancak o kadar güzeldi ki kimse ondan bir şey ummaz hatta ona çirkin deyip kem söz söyleyene insanlar kör der onu yanlarından def ederlerdi.Haklıydılar da çünkü yüzü cennet bahçeleri kadar güzel ve göz alıcıydı ancak kimsenin bilmediği kalbi cehennem çukurları kadar korkutucu ve karaydı. O da kara büyüde büyük bir bilgiye sahipti ve bunun için ağır bedeller ödemiş hatta ruhunu cinlerin şahı olan Sair’e satmıştı.
***
…Oradaki tılsımlardan Efsunkar’ı tanıdı ve anladı ne yapmaya çalıştığını. Zaten eski sultanı yıllarca Efsunkar’ın büyülerinden koruyan da oydu çünkü sultanın bir varisi yoktu ve onun aklına sihirle kendisini veliaht ilan etmesini yerleştirmişti. Tam istediği de olduğu sırada bir büyücü ortaya çıkmış ve yıllardır korumaya çalıştığı tahta göz dikmişti.
Gerçi bu zamanı bekliyordu da. Efsunkar’ın gözcülerinden de haberi vardı , elinden geleni yapmıştı ama başaramamıştı. Kendi kendine söylenmeye başladı. ‘Aptallar! Ne vardı isyan edip tahtı devirecek… Üzerinize çektiğiniz karanlığın ne olduğu hakkında bir fikriniz bile yok… Lanet kargayı yakalayabilseydim keşke , enazından kıyamet daha geç kopardı.’ dedi ve meydanın ortasına doğru yürürken Efsunkara varlığını göstermek için açtı yüzünü kuvvetli bir büyüyle.
Meydanda Cazu’dan başlayan ve soğuk kış gününü ısıtan ılık bir rüzgar esti.Herkes birden Cazu'ya döndü . Efsunkar bile sihrine kapılıp bakakaldı yüzüne ve dilinden kalbinin en derinliklerinden gelen şu sözler döküldü.
‘Şah-ı efsun vari ol bakışları
Sanki birden yaza çevrir kışları’
Efsunkar’ın ta yürekten söylediği bu söz sihir olup doğaya işledi ve kış yaza dönüştü. İşte o zaman herkes onun kralları zapt eden zalim büyücü olduğunu anladı .Yanından kaçıp dağıldı. Çevresindekiler kaçmaya başlayınca Efsunkar kendine geldi ve Cazu’yu fark edip ne yapmaya çalıştığını anladı. Kendisini açığa çıkarmasına o kadar sinirlenmişti ki öç almak için üzerine birkaç lanet savurmak istedi ve okumaya başladı güçlü efsunlarını.

   Okuduğu efsunlar havayı karartmıştı. Korkunç bir dalgalanma başladı elbiselerinde ve saçlarında. Adeta etrafında yıldırımlar dolanıyordu.Uzun tırnaklarından kara alevler saçıyordu . Kan donduran bir sesle Cazu’ya ‘hayatının hatasını yaptın bu meydan senin mezarın olacak ve ben de en son gördüğün kişi’ dedi.

   Konuşurken ağzından kara dumanlar dağılıyordu dışarıya.Cazu, Efsunkar'ın bu halini görünce çığlığı andıran bir sesle sihirli sözler söyledi.Ardından yer yarıldı ve alev saçan bu yarıktan yarasa kanatlı,yılan kuyruklu,üç hörgüçlü,kırk aslan güçlü bir kara deve cesedini çıktı. Bu arada Efsunkar avuçlarında biriken kara alevleri Cazu’nun üstüne savurmaya başlamıştı bile. Cazu bulduğu ilk fırsatta devesinin üzerine atladı.Meydanın üzerinde uçmaya Efsunkar’ın savurduğu alevlerden kaçmaya çalışıyordu. Cazu’nun kaçmasına sinirlenen Efsunkar bu sefer üzerine yıldırımlar savurmaya başladı.

   Cazu’nun elinde bir sihirli ayna belirdi . Bununla üzerine gelen yıldırımları Efsunkar’a doğru yansıttı.Efsunkar geri dönen yıldırımlardan kurtulmaya çalıştığı sırada Cazu sihirli aynayı yere attı öyle ki bu sihirli ayna yere düşene kadar büyüdü,meydanı kaplayan büyülü bir deniz halini aldı ve birden yuttu efsunkarı. Cazu tarafından denizin içinde bir o yana bir bu yana savrulurken Efsunkar can havliyle onu kurtaracak bir binek çağırdı. O anda gök yırtıldı siyah bir gölgeden kurtbaşlı,domuz dişli,keçi boynuzlu ve sakallı,en büyük yılanları bile yanında solucan gibi gösterecek kadar büyük kara bir ejderha çıktı ve Efsunkar’ı sudan çekip çıkardı. 

   Bunu gören Cazu yılan lisanında birkaç sihirli söz söyledi. O anda devesinin ağzından ve boş göz çukurlarından kara dumanlar çıkmaya başladı. Devesinin hörgüçlerine sakladığı sihirli üç yılan ağzından ve gözlerinden çıkıp suya atladılar. Suyun içinde hızla dönerek dev bir hortum oluşturdular Cazu boş bir deriden ibaret kalan devesinden inip bu göklere kadar uzanan sihirli hortumun içine atladı. Hortumun yüzeyinde onunla beraber dönerken Efsunkar’ın üzerine buzdan saçaklar fırlatıyordu. Efsunkar ejderiyle hortumun etrafında dönerek Cazu ya saldırıyor,ona ateşler savuruyor ancak sadece onun fırlattığı buzlardan kurtulabiliyordu. 

   Efsunkarın aklınabirden hortumu oluşturan yılanlar geldi onlar yok olursa hortum da yok olurdiye düşündü.Ejderhasıyla beraber hortumun derinliklerindeki yılanlara saldırdı tek seferde üç yılanı birden öldürdü ve Cazu’yu suya düşürdü. Savunmasızlığını fırsat bilerek on parmağından on ayrı yıldırım çıkarıp Cazu’ya savurdu.Cazu o an sadece bu yıldırım yağmurundan kurtulmaya çalıştı ancak ardı arkası kesilmeyen yıldırımlardan kaçamayacağını anlayınca son bir saldırı denemek için büyülü denizin derinliklerine dalıp onu kontrol etmeye başladı.birden suyun üzerinde onlarca hortum oluştu . Cazu’nun emrindeki göklere kadar yükselen bu hortumlar ejderhasıyla Efsunkar'ı bir kafes gibi sarmaya çalıştı. Efsunkar büyülü sözlerle rüzgara emretti ki hortumları yarıp ona bir yol açsın.

   Rüzgarın açtığı yoldan kaçan efsunkar bildiği en kara lanetlerle Cazu ya saldırdı. Denizin üstüne kara gölgeler yaydı. Gölgelerin değmediği yer kalmadı fakat Cazu’dan bir iz yoktu.Hala büyülü denizin derinliklerinde saklanıyordu.bu sefer Efsunkar kara bulutlar topladı meydanın üzerine ve kara yıldırımlar saçtı denizin her zerresine.Birden bire kırılan camın sesi duyuldu.Efsunkar zorla da olsa Cazu’nun en güçlü sihri olan aynadan kurtulmuştu ayna kırıldığı ,için yarattığı denizin suları da cam kırıkları arasından akıp gidiyordu. Efsunkar Cazu’nun hızlı bir hamle yapmasını beklerken gördüğü manzara karşısında şaşırdı öyle ki Cazu yerde sırılsıklam bir halde uzanmış can çekişiyordu.Meğer Cazu büyülü aynanın gücünü kullanabilmek için gücünü onunla birleştirmişti.Ayna kırılınca da neredeyse ölecek duruma gelmişti.
Efsunkar’ın Cazu'ya olan öfkesi karşısındaki manzaraya rağmen dinmemişti. Cazu’yu tamamen öldürmek için büyülü sözler okumaya başladı. Kesin ölmesi için avuçlarında o kadar yıldırım ve alev topladı ki ortaya çıkan güç neredeyse bir ormanı yok edebilecek kadardı.Tüm savaşı düşündükçe öfkesi kat be kat artıyordu . O kadarki ağzından bile kara alevler saçmaya başlamıştı.Birden hepsini Cazu’nu can çekişen bedeni üzerine savurdu . Kül olmadan önce Cazu’nun ağzından çıkan on söz başta kimsenin anlamadığı çığlıkla karışık cin lisanında bir söz oldu . 
Efsunkar,Cazu’yu öldürmek için tüm meydanı yakmıştı. Her yer cayır cayır yanıyordu. Tek bir sözüyle her yer söndürdü fakat Cazu’nun bedeni sönmek bilmiyordu. İşte o zaman anladı Cazu’nun çığlıklar arasında söylediği o son sözün bir imdat çağrısından başka bir şey olmadığını.
Tam o anda Cazu’nun cesedindeki ateş büyüdü ve devasa bir hal aldı. Birden ikiye yarıldı ve ortasından kara demirden bir kapı belirdi. Efsunkar içinden kimin çıkacağını ve sonunun ne olacağını anlamıştı ve bu son kaçınılmazdı. Kapının arkasından yeri sarsacak kadar kuvvetli ayak sesleri geliyordu. Kara demir kapı gıcırtıyla yavaşça aralandı. Aniden içinden lav gibi akarmışçasına ateşten yaratılmışlar çıkmaya başladı dışarı. İğrenç suratları ve patlak gözleri Efsunkar’ın üzerindeydi. 
Kötü büyücü tam bunlardan kurtulabileceğini düşünüp rahat bir soluk almak üzereyken arkalarından alevden gemler vurulmuş kara kısraklar tarafından çekilen bir araba belirdi. Tüm cinler Efsunkar’ın etrafını sarmış hale gelen arabaya karşı secdeye kapanmışlardı. Arabadan iki metreden uzun alevden derisi olan ,saçları kıvılcımlar saçan baktığı cismi yakan, cinlerin en eskisi ve ulusu şah-ı cin yani sair çıktı. Efsunkar’a dönüp dedi ki ‘Ey insan bu laneti istedin sen. Ben idim Cazu’ya sihri öğreten. Onu yakan sihir seni de yaksın. Yan ateşin göklere dek ulaşsın.’ Bunun üzerine tüm cinler Efsunkar’ın üzerine kara ateş üflemeye başladı ta ki ateşi göklere dek çıkana kadar. 
En kuvvetli öğrencisi olan Cazu’nun öldürülmesine o kadar sinirlenmişti ki Sair bu ateşle tüm şehri yok etmek istedi. Ordusunun tamamı üflemeye başladı alevlerini. Bu ateş tüm şehri yok edecek kadar büyüdüğü anda ateşin ortasında beyaz bir ışık belirdi. Işık gittikçe büyüyor ve aydınlattığı her yerin alevini söndürüp yemyeşil bir bahçeye çeviriyordu. Işığın merkezinde yeşil elbiseli ve saçı sakalı bembeyaz halde eski sultan belirdi…
***
   Meğer sultan çok öncelerden Efsunkarın kötü niyetlerini fark etmiş ve onu ülkesinden uzak tutmak için Cazu denen o büyücü kadını sarayına almış fakat onun bi faydası olmadığını anlayınca tanrıya ilahi bir yardım almak için kendisini bir odaya kapatıp yalvarmış. Kırkıncı gün sabahı tan yeri ağarmadan hemen önce baş ucunda ak saçlı Hızır belirmiş ve ona tanrının izniyle el vermiş ki o zalim büyücüden korusun ülkesini. Yıllarca ülkesini Cazu’nun zannettiği gibi onun büyüleri değil de Hızır’ın verdiği el sayesinde gelen ilhamla korumuş.
   Efsunkar’ın büyüsü bütün diyarda felaketlere yol açmaya başlayınca tanrının emriyle Efsunkar’ı bu diyardan sürmesini söylemiş. O zaman hemen en güvendiği adamlarına bu emri anlatıp onlardan sahte bir isyan çıkararak onu asmalarını söylemiş tanrıdan gelen ilhamla ki Efsunkar başsız kalan ülkeyi ele geçirmeye hiç düşünmeden gelsin ve onu rahatça bu diyardan sürebilsin. 
İsyan çıkıp asıldığında tanrının izniyle dar ağacı onu boğmamış ve olup biten her şeyioradan izlemiş. Tam Efsunkar’ın karşısına çıkacakken Cazu ona meydan okuduğundan planınıaçıklayacak kadar bile güvenmediği o büyücü kadından kurtulmak için müdahale etmemiştir ama Sair şehri yok etmeye kalkınca ülkesi ve halkı için müdahale etmek zorunda kalmıştı.
*** 
…Cinlerin şahına orayı derhal terketmelerini zira bu aleme açtıkları kapıyı kapattığında hiçbirisi için kuruluşun olmayacağını söyledi. Sair’in,Sultan’ın sözlerini dikkate alıp meydanı terketmesi gerekirken bu özler onu öfkeli bir hücuma yöneltti.
Bu arada alevden yaratılanlardan hiç birinin fark etmediği halde kara demir kapı yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Sair sağ tarafındaki cinlere saldırmalarını emretti.Cinler ağızlarından lavlar saçarak üzerine doğru koşmaya başladıkları sırada Sultan ellerini açıp dua etti ve yüzüne sürdü. Daha sonra başını çevirip saldıran cinlere doğru baktığında birden yer sarsılmaya başladı ve gökten bir ak alev inip üzerlerine hepsini yok etti. Ordusunun üçte birini bir anda kaybeden Sair küplere bindi. Bu sefer geride kalan herkese saldırmasını emretti. Sultan başını kaldırıp saldıran cinlere doğru baktığında onların da üzerine gökten bir ak alev düştü ve hepsini yok etti.
Sair ordusunu biranda yakıp kül eden Sultan karşısında korkmaya başladı. Tam arkasını dönüp kaçacakken büyük bir gürültü duyuldu. İşte korktuğu da başına gelmiş , kara demirden kapı kapanmıştı. Kaçamayacağını anlayan Sair,Sultan’a döndü. Sinirinden saçlarındaki alevler yangına dönmüş,öfkesi büyüdükçe alevden gövdesi de devasa bir hal almıştı.
Birden gözlerinden ve ağzından Sultan’a doğru alev üflemeye başladı. Sultan yaratanın‘Hu’ ismini söyledi ve bir rüzgar meydana gelip alevleri dağıttı. Sair e doğru yürümeye başladı. Adım attığı her yerde yeşillikler bitiyor,o ilerledikçe etrafındaki ateşler sönüyordu. Bu sefer Sair cehennem çukuruna benzeyen ağzını açıp meydana lav kusmaya başladı. Lavlar sanki aklı varmışçasına Sultan’ı kovalıyordu. Sultan tam lavlar tarafından kapana kısılıp yutulacağı anda yaratana gizleyici ismi olan ‘Ya Settar’ ile seslenip dua etti ve birden ortalıktan kayboldu. Alevden gözler onu göremez hale geldi.
Sair onu kaybedince sinirden deliye döndü.Öfkelendikçe naralar atıyor ve vücudu daha da devasa bir hal alıyordu. Birden naraları kesildi,vücudu kaskatı oldu. Gözleri yuvalarında hırçınca dönüyor aynı anda boğazından korkunç hırıltılar geliyordu. Tam o anda yaratan örtüyü kaldırdı ve Sultan Sairin tam karşısında havada beliriverdi.sağ elini ona doğru uzatmış ve onu boğazlıyormuş gibi sıkıyordu. Yeşil elbiseleri o yaratanın can alıcı ismi olan ‘El Mümit’i söyledikçe daha da sert dalgalanıyordu. Kolunu indirerek havada Sair’e doğru süzülmeye başladı. Dudakları hareket ediyor ve durmadan yaratanı anıyordu.Sair’in devasa suratına ve alnına doğru yaklaştı. O lanetli şahın iki kaşının arasına sağ işaret parmağıyla dokundu ve son olarak o kutsal ismi andı. İşte o zaman Sair bir ak alev çukurundaymış gibi yanmaya başladı. Nurani alev tüm vücudunu sardı. Acı çekerek çektirdiği acıların bedelini ödedikten sonra ondan arda kalan tek şey harabeye dönmüş meydanın ortasındaki devasa bir kül yığını oldu.
Her şey bittiğinde meydanı süpüren kuvvetli rüzgar hem Sair’in hem onun ordusunun hem de Efsunkar’la Cazu’nun küllerini cehennemin derinliklerine doğru savurdu…