5 Ağustos 2019 Pazartesi

Nasıl Çıldırdım?



Bir gün çıldırdım ve o günden sonra evde pişen hiçbir yemeğin tadı eskisi gibi olmadı. Annem Şeref Hanım, ilk çıldıran kişiydi evde belki. Belki de çıldırmayı bize o öğretmişti. Usulüyle fenniyle nasıl tam olarak çıldırılır bilmezken o yol göstermişti bize. Babam Atıf Bey de az çılgın değildi. Eski kafayı yemişlerdendi. Artık bize nasıl çıldırılır diye yol göstermeyi bırakmış bizi nasıl çıldırtacağına dair türlü yollarla meşgul olmaktaydı. Ancak bunun en büyük müsebbibi üvey babaannem Semiye Hanım’dı. Ah nasıl bir kadın görmeniz gerek. Tüm mahalle bir kadından nefret eder mi? İşte bu kadından ediyordu. Ki deliliği de ezelden geliyordu. Sabi iken bile adı Deli Semiha olan bu kadın çocuklu bir dula ikinci eş olarak gelip de o adamın tüm sülalesinin kahrına ortak olunca iyice delirmişti. Ne yapıp ne ettiyse deliliğine büyük kızını, küçük kızının kocası olan damadını ve üvey oğlunun ki onu hiçbir zaman oğlu olarak görmedi karısını da eklemekten kendini alıkoyamadı. Evvela küçük kızıyla bir olup büyük kızını delirtti Semiye Hanım. Aman günahı boynuna ayrımcılık yapardı iki evladı arasında derlerdi. Küçüğüne bir yumak ip alsa büyüğü görmesin diye tembih eder de derlerdi hem. Kızcağız da evlenip kurtulurken baba evinden, ardında dönebileceği bir yer olmamasının hüznüyle baş eğdi kocasına yıllarca. Kocasının ailesi de bunu fırsat bildi ya eğilen başı ezdiler de ezdiler. Kadın çıldırmasın da ne yapsın.
Küçük kız da çekti bunun cezasını elbet. Bu da dönebileceği bir baba evinin varlığına güvenip kocasını ezmeye kalktı. Kocası da bir defa iflas etti mi? Değme küçük kızın keyfine. Ayağının altında paspas etti adamı. “Adam da bir gece karısını doğradı.” demek isterdim içimden gelen en büyük arzularla ancak diyemedim. Zira adamı ezmeye devam ediyor o küçük kız. Adam sinir ilaçlarıyla koltuğun üzerinde dizili kırlentlerden hallice. Ama Allah yer mi bu numaraları? Yemedi. O küçük kıza bir evladı zor verdi ki anasının huyundan almıştır da ikinci bir evlada ayrımlık eder diye. Ya Rabbül Alemin’in hikmetinden sual olunmaz ya ben de etmem zaten. Hem beni neden çıldırttığına sual etmemişken başkasının uçkurunu sormak ne haddime.
            Sıra annemin nasıl delirdiğine geldi mi sonunda? Geldiyse anlatayım. Ya da anlatmayayım göstereyim. Güm bum pat. Evet, geri oynatıyorum şimdi tap mub müg. Hala anlayamayanlar varsa anlatabilirim de. Anlatmamı istemiyorsanız okumayı tam olarak burada kesebilirsiniz. Çünkü ben anlatmak istiyorum. Annem çok çocuklu bir Karadenizli aileden az çocuklu çok akrabalı başka bir Karadenizli aileye gelin gelmiş. İçinde merhametten başka hiçbir şey bulunmayan garip bir kadındı belki de. Delirmemde en büyük paylardan birine sahip olan bu garip kadının hayatı gelin gelmesiyle değişmemişti elbette. İnsan yerine bile konmadığı bir insan öbeğinden -ki kendisine aile denirse yarın yevm-i kıyamette bütün aileler hakkımda davacı olur- kopmuş olması kendisi için bir devletken yalnızca babaannem Semiye Hanım’ın üvey gelini olmuş olması onun çıldırması için yetmiş de artmıştı. Annem Şeref Hanım tam otuz sene o melun kadınla savaştı. Neden savaşmasın ki? Kendi evladına acımayıp ayrımcılık eden Semiye Hanım, sırf yalnız kalmasın diye evlendirildiği kendisinden on sekiz yaş büyük kocasının severek evlendiği eşinden olma çocuğunun karısına neler yapmaz. Bu kadar uzun bir tamlama kurduğuma göre galiba gerçekten çıldırmışım. Konuya dönmek gerekirse gerçekten neler yapmadı. Kavga dövüş her ailenin tuzu biberidir. İftira, gammazlık, toplum içinde rezil etme, insan yerine koymama ne ararsan. Şimdi hacda Semiye Hanım ama acaba Kabe kaç kere yüzüne tükürecek Allah bilir. Şeytan diye onu taşlasalar yeridir. Bak konu yine dağıldı. Şimdi de şiir yazmaya başladım galiba.
Bu işlerin böyle olmasında baban Atıf Bey’in payını es geçmek de olmaz doğrusu. Ailesinin içinde aslan ama dışarıda kedi gibi bir adamdır Atıf Bey. Evin içinde bir kişi bile yanlış yapsa cezası idamdır. Bağırırken küfrün hakaretin bin türlüsünü etmekte de üstüne yoktur ama evin dışında sen onu bir gör. Melek melek. Hele üvey anasına. Hele “Atıf ölsün de evlatları yetim kalsın.” diyen domuz anasına. Sanki gökten zembille inmiş o kadın öyle hürmet öyle hürmet. Tabi ona hürmet bize kurşunlar. Onun her dediği haklıydı bizim evin içinde. Annem hep haksızdı. Dede bile onun bir tahtası eksik uğraşmayın onunla derken babam Atıf Bey’e göre o bir azize biz de Ebu Cehil’in torunlarıydık. Bunlardan sonra bende de ilk çıldırma emareleri görünmeye başlamıştı zaten. Semiye Hanım ile ringde dövüşen boksörler gibi kavga ederdik. Sonunda o beni babama şikâyet eder babam bana ağzına geleni derdi. Şüphesiz haklı da bendim ama gel babama anlat. Babam o kadının değil de bizim haklı olduğumuza annem çıldırdıktan sonra inandı. Ama annemin çıldırmasıyla değil o kadın babama da açıktan açığa kazık atmaya başlayınca. Oh iyi oldu. Pekiyi oldu. Yıllarca anlatmaya çalıştığımız ve anlamamakta ısrar ettiği şeyleri “Ben bunun böyle olduğunu biliyordum ama idare ediyordum.” dedi kazığın ucu kendisine değdi diye feryat ettikten sonra. Oh ki ne oh. Ne iyi oldu. Sonunda ne oldu peki ak koyun kara koyun seçildi. Kalmadı âlemde Allah’ım nihan demedik tabi. Derdin başı bir mi bin mi? Çıldırmış bir kişi daha geri gelir mi? Bir çılgın kaç akıllıya bedeldir? Bir çılgın bir çılgına gel seninle… Yok, yok öyle değil. “Çıldırmış bir kişi daha geri gelir mi?” sorusundan devam edelim. El cevab’ül-şâhâne, gelmez. Neden gelsin ki hem? Hayatı boyunca bir boka yaramamış yaptıkları. Geleceğe bırakabileceği bir isim kalmış artık elinde deli bilmem kim diye. Ben olsam vallahi gelmem. Gelmeyeceğim de. Getiremez kimse beni geri. Hem getirmesi de gerekmez. Ne haddine? “Hoşt köpek!” derim adama. “Ben buralara gelirken neredeydin?” diye bir sorarım önce. Sonra “Hoşt köpek!” derim tabi öyle önceden denir mi çok ayıp. Ama sorularıma cevap veremez ve kalkıp gitmezse derim. Bu benim en çılgın hakkım. Daha da gitmezse kafasına taş atarım. Nah böyle yarar akıtırım başının pekmezini. Olmayan beyni dökülür kulaklarının ardından. Deli mi ne? Beni akıllı yerine koyup soru soruyor bir de. Size nasıl çıldırdığımı anlatamadım belki ama neden çıldırdığımı anlamanız için gerekli alt yapıyı verdiğimi düşünüyorum. Umarım siz de doğru aileyi bulup en kısa zamanda çıldırırsınız.
Ve çıldırdığınız zaman göreceksiniz ki bütün deliler sizi rahmet nazarıyla süzüp akıllanasınız diye dua edecek içlerinden. Sanki hiç suçları yokmuş gibi.

18 Haziran 2019 Salı



Ay meraklı gözlerle seyrederken yeri,
Gördü yerde üç peri.
Periler titriyor, korkuyor, kaçıyordu,
Ay onlara acıyordu.
Peşinden üç cadı uçup geldi küplerde
Dediler “Periler nerde,
Gençlik ve güzelliğin hani sahibi?
Versin bize saadeti.”
Ve birden buldular o üç peri kızını,
Sürüp gözyaşı izini.
Kan aktı, şimşek çaktı, üç peri de soldu,
Ay’ın gözleri yaşla doldu.
Cadılar sundular Ay’a üç taze yürek
“Sihri tamamlaman gerek.”
Dediler, yuttular perilerin canını,
Aldılar Ay’ın ahını.
Ay dedi “Size sonsuz ömrü verdim, tamam.
Yok, hayır bunu yapamam!
Sözüm sözdür sonsuz ömür sizlerin olsun,
Hep gözleriniz yaş dolsun.
Çürüsün teniniz, ağarsın saçlarınız,
Hiç olmasın baharınız.
Ne zaman görseniz gökte ay ışığını,
Anın peri kızlarını.
Ah edin, vah edin, yanın lanetinize
Bunu siz yaptınız size.

8 Eylül 2018 Cumartesi

Ölüm Gecesi

Bastonuna yaslanmış aksak ihtiyar gibi
Ağır ağır geçerken Azrail başucundan
Yaratılalı, gökte hiç parlamamış gibi
Yoksun, karanlık dünya, Tanrının ışığından

Hazırlanırken ruhsuz uyanılan geceye
Soğuyan yatağında cin peri top oynarmış
Dünyaya sığmaz ruhun döndüğünde cüceye
Ardında bıraktığın adımların solarmış

Olduğunda misafir, kurtçuklar şölenine
Ziyafet sofrasının en şaşalı mezesi
Belki insanlar ağlar dünyada ölenine
Belki de bir şiirin hiç bitmeyen dizesi.

6 Mart 2018 Salı

Ölülerin Düğünü







Akşam güneş kaçar ya tepelerin ardına, 
Karanlık ağır adımlarla geceye dolar. 
Etten sıyrılmış kemik uyandığı zamanda
Gelinin çiçeği sararır, duvağı solar

Kalkar rüyayla gerçek perdeleri aradan
Toprak dolu kafatasları yolları gözler
Açmayın sakın pencereyi onlardır gelen 
Ölülerin düğünü, bu düğün kurban bekler

Kurulur büyük şölen kemik tıkırtısıyla
İlahiler söylenir cehennemi anlatan
Yaşar gibi yaparlar o gecenin hırsıyla
Giydirip ölülere roba, smokin, tarlatan

Ve güneş tan yerinin benzine kan verirken
Karanlık, çoban gibi, ölü sürüyü güder
Ceset kokusu dolu gece sona ererken
Bu yıl da korkunç ölülerin düğünü biter.

27 Şubat 2018 Salı

Her Şey Birden Bire Oldu


Ak sakallı bir dedeyle rastlaştım
Medet dedi; çek beni yukarıya
Tutar tutmaz dalıverdim deryaya
Zaman zaman mekan mekan dolaştım

Bir karıncanın donuna büründüm
Süleyman'a dur dedim bir vadide
Sonra zaman döndü de bir mazide
İbrahim'e su taşırken göründüm

Bir kez iki çıplak yetim giydirdim
Sevap dedim ceza verdi Yaradan
Çiçeksizlik, kurtulmam bu yaradan
Sanki ben ilk lanetlenen incirdim

Tufan oldum bu aleme sığmadım
Deniz oldum Musa bağrımı deşti
Firavun yaremi çiğneyip geçti
O kafiri alıp sineme bastım

Kendime gelince gözlerim doldu
Hayret ettim kaldım bu olanlara
Günahım yoktu dedim soranlara
Rabbim her şey birden bire oldu

10 Şubat 2018 Cumartesi

Kitâbe-i Seng-i Mezâr


Nefesim kesildi, gözüm karardı
Beni yaratan boğazımı sardı
İnsanoğlu bu hayatın levlakı
Önce hayat verdi sonra helakı
Bir gri kanserle beni kuşattı
En acı veren günleri yaşattı
Önce ahşap pervaz çürüyüp düştü
Sonra tahta kuruları üşüştü
Bakmadı kimse gözümün yaşına
Sonra ölüm geliverdi başıma

Heyhat bir iki balta darbesiyle
İnleyen duvarlarımın sesiyle
Dizlerimin bağı çözüldü düştüm
Zaten ben hep ölmek için doğmuştum

Vasiyetimdir toplaşın başıma
Şu beyiti yazın mezar taşıma

"Betonarme duvarın sıvasında
Bir ahşap konağın gölgesi kalmış"

3 Şubat 2018 Cumartesi

Üç Yaşlı Kadın



Tramvaya üç yaşlı kadın bindi
İki genç yer verip durakta indi
Yalnız kaldı iki koltuk üç kadın
Ne dediler aralarında bakın

"-Sen geç otur Fatma şişmansın şişman
Eğer oturamazsın olursun pişman
Sonra diz ağrısından duramazsın
Vallahi bir düşersen kalkamazsın

-Nejla abla vallahi ayıp ettin
Ayol ne şişmanım beni ne ettin
Biraz kemiğim iri hiç yağım yok
Hem düşsem de kalkarım tâkâtim çok
Sen kendine bak e be kocakarı
Senin dizlerinin kaldı mı kârı?
Geç otur yaşlısın sıhhati yetmez
Yorulursun ağrın, inlemen bitmez
Dedim Leyla'ya seni almayalım
O kokanayı peşe takmayalım

-Leyla, doğru mu der bu kocakarı?
Bak duyuyor mu Allah'ın sağırı

-Hah ne var bana mı bir şey dediniz?
Kuzum biraz yüksek sesle deyiniz.
Gözlerim de görmez ağzını görmem
Dudağına bakıp dediğin bilmem
Ay benim neme gerekti gezmeler
Sizin aklınıza uydum yosmalar

-Ayol garibin kendine hayrı yok
Bu durakta inecektik. Hayır yok.

-Ay ay geçtik mi, eyvah kaçırdık mı?
Lafa dalıp durağı aşırdık mı?

-Yok be yavrum bir sonraki durakta
Korkma, hem de şu Leyla'yı bırakma
Hem sağır hem kör vallahi inemez
Gider gelir başka şeye binemez"

Deyip daha koltuğa oturmadan
Bir saniye bile daha durmadan
İndiler tramvaydan ağır ağır
Bir şişman, bir yaşlı, bir de kör, sağır